Yüzyıllık Soykırım Suçu – Erkan Altun (Komünist Nefer)

618

9 Kasım 2014’te, Kobané’de, DAİŞ çetelerine karşı “No Pasaran” şiarını haykıran, enternasyonalist devrimci savaşçı Komünist Nefer’in (Erkan Altun’un), bu çalışmasını, “Ermeni Soykırımı’nın” 106. yıldönümü vesilesiyle sizlerle paylaşıyoruz. Bu tarih, ne soykırımları, katliamları; ne de bu soykırımcı, katliamcı devlet geleneğine silah çatan, Erkan Altun gibi devrimci komünistleri unutmayacaktır!

Çalışma “devrimciproletarya1.net” adresinden alınmıştır.

24 Nisan 1915 Ermeni Soykırımı’nın 99. yıldönümü. 1915′te Osmanlı-Türk Devleti, daha 1894-1896 yılları ve 1909-1912 yıllarında gerçekleştirdiği geniş pogrom-katliamlarla ayak seslerini duyurduğu ve yirminci yüzyılın ilk büyük soykırımlarından olan Ermeni Soykırımı’nı fiilen 24 Nisan 1915 yılında yüzlerce Ermeni aydın-sanatçı ve ileri gelenini tutuklayıp sürgün yollarında katlettirmesiyle başlattı. Gerisi Mayıs 1915′te kanun çıkarılarak getirilmiştir. İki-üç yıllık zaman diliminde büyük bir etnik temizlik gerçekleştirilmiş ve tarihi Batı Ermenistan coğrafyasındaki milyonlarca Ermeni katledilip yerinden edilerek buradaki Ermeni ulusal varlığına son verilmiştir. Temelde 1915-1918 yıllarında gerçekleşen soykırım, 1919-1922 yıllarında da hala hayatta olan Ermeni ve diğer azınlık ulus ve milliyetlerden on binlerin katledilip yerlerinden edilmeleriyle sürdürülmüş ve 1940′lı yıllardaki varlık vergisi, angarya çalışma ile 6-7 Eylül 1955 ve sonrasındaki pogrom ve ırkçı-şoven uygulamalarla farklı boyutlarda sürdürülen politikalarla sürekli hissettirilmiştir. 99 yıldır bu tarihi suçun sorumluluğunu üstlenmemiş olan Türk burjuvazisi ve devletinin soykırımı inkâr etmedeki ‘başarısı’ kuşkusuz soykırım mağduru Ermeni ve diğer ulus ve azınlık milliyetlerinden insanlar için ayrı ikinci bir acı kaynağı olmaktadır.

Burjuva diktatörlük, 99 yıllık bu insanlık suçunu onlarca yıl tam bir kayıtsızlıkla geçiştirmeyi başarmış, soykırıma dair yaklaşımı daima inkâr, ırkçı-şoven histeriyle bastırma biçiminde olmuştur. Burjuva devlete göre soykırım olmamış; zorunlu göç-tehcir uygulanmış, ortada bir katliam varsa bu ‘Ermenilerin Türkleri-müslümanları katletmesi olayıdır’! Ve resmi düzeyde duyulabilen en ‘ılımlı’ yaklaşım ise konjonktürel kimi itirafları saymazsak ‘karşılıklı birbirini öldürme’ olmuştur! Bunlar burjuva Türk devletinin resmi tezleri olarak her yıl soykırımın yıldönümü zamanında bütün olanaklar kullanılarak işlenen iddialarıdır. Konu emperyalist kapitalist devletlerarası politik-diplomatik ve hukuksal zemine getirildiğinde de bu suç ortaklarıyla tam bir ikiyüzlülükle yürüttüğü siyasi-ekonomik tavizler politikasıyla kendi pozisyonunu sürdürebilmiştir.

Ermeni Soykırımı’nın tarihsel, ideolojik ve ekonomik temellerini, 19. yy.ın son çeyreğinde ve 20. yy’ın ilk çeyreğindeki dünya durumunda kabaca tespit etmek, bu tarihsel suç karşısında Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi ve emekçileri açısından (keza Ermeni işçi ve emekçi sınıfı için de) burjuva liberal tuzaklara düşmeden sınıfsal tavır alabilmek yönünden aydınlatıcı olacaktır. Kapitalist sermayeye dayalı üretim ilişkilerinin siyasi anlamda ‘Batı’da, feodal devleti ve dar, yetinmeci-geçimlik toplumsal-ekonomik yapıyı çözüp-dönüştürerek burjuva ulus-devleti ve iç pazarını oluşturup hâkim kılarak bir dünya pazarı yaratmayı başardığı dönemde Osmanlı Devleti’nin bu yeni dünyanın siyasi-ekonomik-toplumsal dinamiklerine oldukça yabancı olduğunu söylesek abartmış olmayız. Bununla birlikte sermayenin serbest rekabetçi döneminin de sonuna geldiği bu aşamada Osmanlı Devleti askeri güç üzerinden yürüttüğü talana ve haraca dayalı yayılmacılığının da sınırlarına dayanmış bulunuyordu. Mali borçlandırma ve meta ihracı yoluyla iç mevzilerini sağlamlaştırmaya başlayan kapitalist sömürgeci devletlerin politik, ekonomik baskısını iyice üzerinde hissetmeye başlayan Osmanlı İmparatorluk Devleti siyasi iç sınırlarında sömürgeci kapitalist hasımlarının da iştirakiyle burjuva ulus-devlet eğilimli ayaklanma dalgasıyla sarsılmaktaydı.

Gelişmeler, yarı-sömürge ilişkisinin iyice oturduğu bu dönemde siyasi-askeri nüfuzundaki birçok toprak parçasını savaşta ve ayaklanmalarda kaybeden Osmanlı İmparatorluk Devleti’nin kendisinde de ulus-devlet eğilimli siyasi-askeri hareketlerin ortaya çıkması biçiminde cereyan etti. Pozitivist bir aydınlanmacı-modernizm anlayışıyla bulaşık, milliyetçi-ırkçı pantürkist bir ideolojinin harcı olduğu İttihatçı hareketin hâkimiyetinin devlette tesis olmaya başladığı bu dönem, aynı zamanda dünya kapitalist sistemin gelişiminin tarihsel bir dönüşüm yaşadığı, kapitalist sermaye birikiminin tekelci düzeye sıçradığı ve kapitalist-emperyalizme dönüşümünün tüm tarihsel-toplumsal-siyasal sonuç ve sancılarının en yoğun yaşandığı geçiş dönemidir. Bütün yerleşik güç dengelerinin sarsılarak yerinden oynadığı ve dünyanın büyük bölümünün bir avuç sömürgeci emperyalist devletin tekelci rekabetinin elinde kıvrandığı bu debdebeli dönemde politik yönelimi İttihatçı harekette kendini gösteren Osmanlı-Türk yeni egemen elitlerinin siyasi programları da belirginleşmiş bulunuyordu! İçte ilk etapta büyük ölçüde hristiyan nüfustan arındırılmış ve müslüman kitleden oluşan bir millet ile mevcut iç pazarı ve toprakları elde tutmak! Bu amaçla, önlerindeki en büyük engel olarak gördükleri ve esen ulus-devlet rüzgârıyla hareketlenmeye başlayan Ermeni halkının icabına bakmaları gerekti! Kuşkusuz bu yönelimden sadece Ermeni halkı değil diğer hristiyan ulus ve azınlıklar da nasibini ilk elde alacaklardı. İç pazardaki genel ticari sermaye ve maddi toplumsal zenginlik genelde hristiyan unsurların egemenlerinin mülkiyetindeydi ve özelde de sayısal bir büyüklük oluşturan Ermeniler ile Rumlar ilk hedefti. Hedefli kısmi kimi saldırı ve katliamlardan (1894-5/1909-12)sonra, asıl darbeyi vurma fırsatını, 1. Emperyalist Dünya Paylaşım Savaşı’yla İttihatçılar yakalamış oldular! 1914-18 paylaşım savaşına Alman emperyalist gericiliğinin yedeğinde giren Osmanlı-Türk egemen sınıfı ‘mıntıka’ temizliğine 24 Nisan 1915′te fiilen, önce batıdaki Ermeni aydın-sanatçı, mebus vd. önde gelen şahsiyetlerinden başlayarak tarihi Batı Ermenistan coğrafyasındaki yaklaşık iki milyon Ermeni’nin çoğunu katlederek, yerinden sürerek buradaki Ermeni ulusal varlığına son vermiş oldu. Devletin bütün askeri-bürokratik gücünü, bunun yanında “gizli” oluşturulan Teşkilat-ı Mahsusa adlı kontra örgüt kullanarak, yetmedi hapishaneleri boşaltarak katilleri-canileri, hırsızları Ermeni sürgün kafilelerine saldırttı. Yüzyılın ilk büyük soykırımını gerçekleştiren Osmanlı-Türk egemenleri katliamlarına ve arındırma işlemlerine 1919-22 yıllarında da yoğun şekilde devam ettiler.

20. yy’ın bu dünya tarihsel kesiti soykırımın, kapitalist emperyalist barbarlığın en vahşi yüzünün görülmesinin yanında insanlığın yüz akı gelişmelerin de olduğu bir çağ dönümüydü. Toplumsal gelişmenin motor gücünün, sınıf savaşımının, işçi ve emekçi sınıfının toplumsal kurtuluş mücadelesinin özellikle Avrupa’daki ve Çarlık Rusya’daki ana damarının ışıltıları insanlığın yolunu aydınlatıp belirginleştiriyordu. Kendi sınıfsal-toplumsal gerçek çıkar ve kurtuluşları için kendi sınıfsal-politik örgütlenmesini başardıklarında işçi ve emekçi sınıflarının nasıl kardeşleşmenin en derin ilişkisini yaşadıklarını da gösterdiler. Bunu başaramadıklarında sömürücü egemen sınıfların çıkarları için nasıl birbirlerini boğazladıklarını, burjuvazinin çıkar savaşına nasıl ortak edildiklerini yaşayarak en acı şekilde deneyimlediler. Bu acı deneyimi en derin şekilde yaşayanlardan biri de, ne yazık ki, Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi, emekçi ve yoksul köylüleri oldular. Genç Türk burjuvazisi tarihi soykırım caniliğine geniş bir işçi, emekçi ve yoksul köylü kesimi de ortak etti. Seferden sefere koşturulan Osmanlı-Türk emekçileri ve Kuzey Kürdistanlı yoksul köylü ve emekçiler gerçek sınıfsal çıkar ve kurtuluş bilincinden ve örgütlenmelerinden yoksun oluşlarından egemen ulus milliyetçiliği ve dini şovenizm ile gerici temelde kışkırtılıp yönlendirilerek Osmanlı-Türk egemenleri tarafından kendi soykırım suçlarına alet edildiler. Bir kısmı maddi menfaat de elde etti.

Yüzyılda unutulmayacak denli bir vahşet ve acı yaşatılarak gerçekleştirilen bu soykırımda Osmanlı-Türk egemenleri, genç Türk burjuvazisi sınıfsal iktidar ve egemenliği için ihtiyaç duyduğu maddi-ekonomik temeli böylece başta Ermeni ulusu olmak üzere Rumları, Süryanileri, Asurileri vd. azınlık kesimleri siyasi-askeri çıplak zor yoluyla mülksüzleştirerek önemli oranda karşılamış oldu. Gerici Türk burjuvazisinin bu ‘tatlı’ ilkel sermaye birikiminin tadını unutmaya niyeti yoktu. Bu nedenle her fırsatta aynı siyasi zor yoluna başvurmaktan çekinmedi. 1940′lı yıllardaki Varlık Vergisi uygulaması, 1955 yılındaki pogrom ve mülksüzleştirme saldırısı ve 1972′lerdeki benzerini sayabiliriz. Elbette bu mülksüzleştirme ve sermaye transferi işçi ve emekçi büyük yığınları özel işletmelerinde ya da kendi sınıf egemenliği ve cinayet şebekesi olan devlet cihazı aracılığıyla ‘zor’un her biçimine başvurarak çalıştırıp posalarını çıkararak sızdırdığı artı-değer birikimiyle el ele yürüdü! “… sermaye, dünyaya tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak gelir.”(K. Marks) Bu tespit Türk tekelci sermayesinin tarihsel kökeni için iki kat daha doğrudur.

1915′te bir soykırım yaşanmıştır! Bu gerçek hiçbir demagojiyle, baskı-inkâr ve şoven histeriyle çarpıtılıp yok edilemez. Bu soykırımın başta gelen sorumlusu dönemin Osmanlı-Türk egemenleri ve onların burjuva sınıfsal ardıllarıdır. Türk ve Kürt emekçilerden de geniş bir kesimi bu suça ortak ettikleri de tarihsel bir olgudur. Tarih ve sınıf bilinçli komünist işçiler olarak, Ermeni ulusuna uygulanan bu soykırımı lanetliyoruz. Türk ve Kürt uluslarından işçi ve emekçileri kendi insanlık suçuna ortak edip bu yüzyıllık karayı sürenleri asla affetmedik, affetmeyeceğiz! Türk ve Kürt uluslarından işçi ve emekçilerin, başta bünyelerine burjuvazi tarafından zerk edilen Ermeni düşmanlığı ideolojisiyle mücadele ve hesaplaşma olmak üzere, her türden gerici burjuva ideoloji ve siyasete karşı proletarya enternasyonalizmi temelinde, sosyalist sınıfsal aydınlatılması ve birliğinin sağlanması komünist işçilerin günlük politik görevidir.

Tekelci burjuvazi ve devleti her yıl çeşitli emperyalist kapitalist devletlerin burjuva parlamentolarına sunulan soykırımı tanıma tasarılarına karşı kendi resmi Türk tezini benimsemiş tarihçi, gazeteci, yazar, kamuoyu oluşturucu kurum ve kişileri milyonlarca dolarlık rüşvetle harekete geçirmekte, yüzyıllık suçunu gizlemeye çalışmaktadır. Her 24 Nisan yıldönümünde tırmandırılan Ermeni düşmanlığı ile bu suçunun üstünü örtmeyi bizlerin sırtından ideolojik ve maddi olarak finanse etmekte, azınlıklara karşı baskı uygulamaya devam etmektedir. Tekelci Türkiye burjuvazisinin soykırım suçunun cezasını aslında bu suça ortak olan küresel güçlerin parlamentosundan çıkacak kararlar değil proleter enternasyonal temelde örgütlenip, birliğini oluşturacak olan Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı ve biz komünistler, sosyalist devrimle vereceğiz. Ermeni ulusundan işçi ve emekçilerin güvenini bu mücadele temelinde kazanacağız. Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı olarak bu yüz karası suça bulaştırılmış olmanın sorumluluğundan ancak bu tarihsel görevi başararak çıkabiliriz!

24 Nisan 2014