Özne’liğini arayan kolektife/bireye dair sesli düşünceler – Doğa Bakış

1652

Örgütsel inşa sürecini nasıl tarif etmeli? Örgütsel inşanın sorunları zorunlu olarak her taraftan, her yandan bizi sarıp kuşatmaktadır. Örgütlü devrimci mücadelenin hem içindeyiz hem de dışında. Legal ya da illegal çalışma denen faaliyetlerin hiçbiri örgütsel inşadan kopuk ele alınamaz. Bu faaliyetler güncelliği de içinde barındırarak söz ve eylemiyle oluşur, ilerler ve artık bir çıkış ve bağ olarak su yüzüne çıkarlar. Her biri doğduğu ve emzirildiği toprağın rengini taşır. Örgüt, devrimci savaş ve yaşamın içinde olur-oluşur. Bu tanımlama çabası, ona eşlik eden canlı tasvirle birlikte, örgütsel inşanın bir yanını önemli ölçüde aydınlatmaktadır: Teori-pratik bütünlüğü… Devrimci örgüt, reddettiği şeyle olduğu kadar, tükettiği ve özümsediği şeyle de nitelenir.

Gerçek yaratılar ve insanların insanlaşma sürecinde yarattıkları, devrimci yaşamın içinde ve bu hayattan yola çıkarak oluşurlar. Bu yüksek faaliyetler devrimci pratikte içerilmiş tohumlardan doğar. Kolektif ve birey; kendi zamanlarını öngörmeyi, düzenlemeyi, araçlarını kullanmayı başardığında ve bunları yapmaları gerektiğinde akıl ve icra bu devrimci koşulların içinde oluşur. Örgütlerin sıradanlığı içinde, göz görmeyi, kulak işitmeyi, beden ritme uymayı öğrenir. Fakat işin özü burada değildir. En önemlisi, duyguların, fikirlerin, yaşamın, eylemin devrimci yaşamda teyit edilmesidir. Hatta bunları yaratan şey istisnai faaliyetler olduğunda, yaratılanın geçerliliğini doğrulamak ve onaylamak için devrimci yaşama geri dönmek gerekir. Toplumsal pratiğin yüksek alanlarında meydana gelen ya da oluşan şey, kendi hakikatini devrimci aklın ve pratiğin içinde göstermelidir. Otantikleşme ancak bu düzeyde yapılır. Herhangi bir fikir ya da eylem ne getirir? Yaşam, neyi, ne ölçüde değiştirir? Dolayısıyla, “başka yerde”, “yukarı alanlar”da meydana gelen değişimleri ölçen ve somutlaştıran şey, devrimci yaşamdır. Devrimci yaşam içinde, en somut diyalektik, hareket formunda gözlemlenir: Fikir ve eylem, yaratma ve yaratmama, gerçekleşme ve boşluk, olma ve oluşma. Devrimci yaşamın, kavramın mekanik anlamında tekrarlanan kısmı, yaratıcı ve yaratılan kısmı, sürekli yeniden üretilen bir dolaşımda iç içe girer; öyle ki yalnızca diyalektik analiz onları ayırt edebilir. Bütün kapsamı içinde tahayyül edildiğinde, edimsel bütünlükle çakışır; hem temeli hem de üstyapıyı ve bu ikisinin etkileşimini kapsar.

Devrimci yaşam, bizim için bir düzeydir. Kendisini gerçekleştirememenin ve yabancılaşmanın eleştirisi, bahanelerin ve bunalmanın, yapamamanın kara tablosuna indirgenemez. Bu devrimci eleştiri, şimdiki zamanı ve gerçekleşeni yargılamak için olasılığa sürekli çağrı yapar. İnsanın somutuna, yani devrimci yaşama içkin diyalektik hareketleri inceler: Olası ve olanaksız, tesadüfi ve kesin, edinilmiş ve potansiyel. Gerçeği ancak potansiyelle kavrayabilir, anlar ve değer veririz; tıpkı tamamlananın tamamlanmayan dolayımıyla kavranıp anlaşılması ve değer kazanması gibi. Fakat, olası ile potansiyeli de belirlemek ve neye kıyasla böyle olduğunu bilmek gerekir. Muğlak gelecek görüntüsü ve perspektifler yeterli olamaz. Bilmek ve yargılamak için, belirgin bir ölçütten ve bir referans merkezinden yola çıkacağız: Devrimci yaşam! Devrimci yaşam, bu anlamda, öncelikle insanın dış doğayı ve kendi doğasını sahiplenme bölgesi olarak; yaşamın tahakküm altında olmayan kesimi ile tahakküm altındaki kesimi arasındaki ayrım ve kesişim bölgesi olarak ele alınmalıdır.

Bizse bir şeyler diyeceğiz. Bunu tanımlamak kolay değildir, çünkü özellikle bu “bir şeyler”, bir şey ya da sınırları belirli belirgin bir faaliyet değildir. Nedir peki? Doğa ile kültürün, tarihsel ile yaşantının, bireysel ile kolektifin, gerçek ile gerçekdışının bir karışımıdır; bir geçiş ve buluşma yeridir; iç içe girme ve çatışma yeridir; kısacası bir gerçeklik düzeyidir. Bir anlamda devrimci yaşam, en basit, en bariz şeyin olduğu yerdir. Nasıl yaşıyoruz? Cevap vermek güç olsa da, soru yine de açıktır. Başka deyişle, en kavranamaz, çerçevesinin çizilmesi ve belirlenmesi en güç olan şeydir. Bir anlamda, bundan daha yüzeysel bir şey yoktur: Bayağılıktır, kabalıktır, tekrarlanan şeydir. Diğer anlamda, bundan daha derin bir şey yoktur. Bu, spekülatif olarak aktarılmamış, açığa çıkmış varoluş ve “yaşantı”dır: Değiştirilmesi gereken ve değiştirilmesi en güç olan şeydir. Burada genel bir yöntemsel ilkeyi, ikili belirlenim ilkesini tahkik ediyoruz. Bizce, bu ilke diyalektik düşünce açısından temeldir. Diyalektik düşünce, yalnızca belirlenimler arasındaki ilişkileri aramaz -kavramsallaştırılmış, yani bir kavram içinde düşünülmüş- her belirlenimin içindeki farklılıkları, ikilikleri, karşıtlıkları ve çatışmaları keşfeder.

 

Devrimci yaşamın, düzlük ve derinlik, sıradanlık ve yenilik… şeklindeki boyutu böylece daha iyi kavranabilir. Soyutlamanın ayırıp bir yana koyduğu faaliyetlerde, yalnızca yoğunluk ve yükseklik, tek kelimeyle derinlik vardır. Bununla birlikte, örgütsel pratik, devrimci yaşamın içinde oluşur, çözüm bulur. Gerçek derinlik, “burada” belli olur ve sahicilik-tutarlılık sorunu, deyim yerindeyse bayağı olup olmama, “burada” ortaya çıkar. Pratik, ne kendinde “sahici-olmayan”dır ne de sahici anlamda olumlu “gerçek”tir. Bireyselliğin pratiği, devrimci yaşama çarpıp parçalanacak ve akıntıya meydan okuyacak hale dönüşecektir. Bu pratik, öznel duyguyu, kendisine bağlı olmayan şeye meydan okumak ve iradi olarak değiştirmek zorunda bırakır. Her söz, her pratik, er ya da geç kendi sınırlarıyla karşılaşır, bazen başarısız kalır; ama her teşebbüsün karşılaşabileceği bu son, kendi başına hiçbir şeyi kanıtlamaz. Yalnızca pratiğin ya da iradenin tarihi, neden oldukları ya da üstlendikleri olaylar, “gerçeğin” içinde, “gerçekle” karşılaşmaları, bir şeyi gösterir. Her teşebbüsün anlatısında önem taşıyan şey, başlı başına başarısızlıktan çok, başarısızlık ile edinilen derslerin birleşmesidir. Devrimci yaşam, sistemin bulanık yoğunluğu içinde dolambaçlı yolunda yürüyen olayın -başarısızlığın- bu şekilde doldurduğu zaman; işte, hesaba katılacak şey budur. Yavanlık ve derinlik, devrimci yaşamda sessiz sedasız bir arada var olamaz. Aralarında çetin bir mücadele vardır. Öznel ve nesnel koşulların ve öngörülmemiş bir konjonktürden, karşılaşmadan, derinliğin doğduğu olur. Yaşanmış (yoksa bir gösteri gibi seyredilmiş ya da görülmüş değil) derinlik, momentlerdir; devrimci yaşamda yerleşik yapıları muhteşem şekilde altüst ederek, yerine, bu kez öngörülmemiş ve tamamen sahici başka yapılar yerleştiren konjonktürlerdir. “Kolektif-birey”, “tercih-zorunluluk” birliğinden söz ettiğimizde, tutarlı bir söylemin mantığında bu kelimelerin kullanımıyla asla aldanmayalım. Daima çatışmalı bir birlik, dolayısıyla diyalektik bir birlik ve hareket söz konusudur. Devrimci yaşamın içinde sorunlar ve problemler ile az çok çözülmüş çelişkiler aracılığıyla kolektifle bireyseli karşı karşıya getiren “insan varlığı” böylelikle bir “kişi” olur. Bu ne demektir? Bizce bu, tercihlerle -edimlerle- yavaş yavaş yoğunlaşarak, tükenişe ve sona kadar, ölümün tamamlanışına dek giden bir olasılıklar bulutudur. Bu bir dramdır, toplumda kişi olmanın dramı, bireyleşmenin dramı; yoksa öngörülmüş bir çözüme doğru yol alan sakin bir senaryo değil. Zorunlu olduğu için öngörülebilir tek çözüm olan ölüm, tüm tarihe bağlı, öngörülemez bir konjonktür içinde gerçekleşir. Giderek daha incelikli ve bilinçli taktik ve stratejilere sahip olmaya mecbur eden budur.  Giderek daha sıklıkla tercihte bulunmaya mecbur eden budur.

Bu fikir, en uzak olasılıktan yola çıkar; uzak olasılıktan yakın gerçeğe geri gelir ve gerçeğin güç çizgilerini ve eğilimlerini bu uç olasılığa doğru uzatmaya çalışır. Diğerlerinden daha kesin olarak, olgular ile kavramlar arasında, problemlerin verileri ve çözümleri arasında dolayım olma iddiasındadır. Ampirik olguların tozu ile oluşturduğu kavramları, bunları sürekli sorgulamaya devam ederek birbirine bağlar. Fikrin klasik nitelik ve özelliklerine o da sahiptir: Olgularla teması korumak; yeni olgular keşfetmek; zorunlu sistematikleştirme olmaksızın olguları düzenlemek; doğrulanabilir olmak. Onun doğrulanması praksis içinde gerçekleşir. Yöntemin ve konunun varsayımsal niteliği, bu sınır-durumu incelediğimizde belirginleşir: Olayın yaratılması. Bizim incelediğimiz uç durum, hem daha dramatik gözükür (çünkü daha fazla sorumluluk taşır) hem de geniş bir pratik rasyonellik kurmaya daha yatkındır. Bu pratik rasyonellik, imgenin, duygusalın, hissedilir olanın sözümona irasyonelliğini -gözardı ederek ya da bulmaya çalışarak- dışlamaz. Mevcut olandan potansiyel olana ve veriden olasılığa giderler.

Düzeyler iç içe girebilir, birbirine karışabilir, karşılaşmalara ve konjonktürlere göre farklı etkiler yaratabilirler. Birbirleri dolayımıyla birbirleri üzerinde etkili olurlar. Oluşumun falanca anında, falanca konjonktürde, bir düzey başat olabilir, diğerlerini kendine katabilir. Belirgin ve aynı düzeylerin yapısal kümesi şeklindeki bir anlayış savunulamaz. Kendini dayatan bir kavram açısından pek kullanışlı bir anlayış değildir. Bu katı kavram, gerçeği esnek ve geniş bir ağ içinde

kavramak yerine, elinden kaçırır. Örneğin devrimci yaşam düzeyi ile toplumsal-kültürel yaşamın düzeyi iç içe girebilir. Düzeyin, oluşum ve hareketlilikle uyuşmadığı düşünülmemelidir. Gerçeklikler, aynı düzeye gelir, ortaya çıkar ve belli bir düzeyde anlık olarak sağlamlaşırlar. Aynı zamanda, kavram, kümenin içinde görece istikrarlı bir durum, bir iç belirlenim taşır. “Düzey”den söz edildiğinde, her şeyin her şey içinde olmadığı açıktır; yalnızca farklılıklar değil aynılar da kendini gösterir. Düzey kavramı, içerme kavramına incelik katıp somutlaştırır. Her düzey, diğer düzeylerin içeriğini ortaya çıkartan ve açıklayan bir analizin sonucudur. Düzeylerin her biri, daha önce kullanılan bir formüle göre, hem kalıntı hem de ürün’dür. Fakat bu önermeler yeterli değildir. Her düzey, potansiyel olarak diğer düzeyleri içerir. Dolayısıyla her düzey “düzeylerin düzeyi”dir; analizde bulunanın onların sayısını sınırlı ya da sınırsız, sonlu ya da sonsuz olarak varsayma hakkı yoktur. Her düzey diğerlerini içerir. Analizin açıkladığı iki farklı düzey arasında, yeni düzeyler keşfetmek mümkündür. Bir düzeyden diğerine, analiz ile deneyim, eşikler saptamak zorundadır; eşik, düzeyi doğrular. Nihayet, aynı düzeyde, (karşılıklı olarak) içeren ve içerilen, kapsayan ve kapsanan, içine alan ve içe alınan, dolayımsız ve dolayımlı (düzlemleri üzerinde dolayımsız, daha geniş ya da daha sınırlı düzeyler karşısında dolayımlı) çok sayıda “gerçeklik” bir arada bulunur. Pratik ve praktiklerin mantığı böylece belirginleşir ve tanımlanmasına katkıda bulunduğu “somut”la temas içinde dallanıp budaklanır. Yaklaşık olan, ancak hareketlilik ile yapıyı birleştirme meziyetine sahip olması gerekir temsilin.

Bir sözcenin ya da önermeler dizisinin içinde bulunan hakikat tohumu, bir tohumdan başka bir şey asla değildir ve onun hakikati, sonradan, tohum yeşerdiğinde ve serpilip geliştiğinde, verimiyle kendini gösterir. Bununla birlikte, hakikat tohumu diye bir şey vardır ve biz mutlak bir nispiliği benimsemeyeceğiz. Fikrin etki ve bağlanma noktaları, çapa attığı yerler vardır. Biz sürekliyi süreksizden yola çıkarak (ve tersi) analiz ediyoruz. Bununla birlikte, süreksizin bir tür ayrıcalığı vardır; lanetli ve yararlı bir ayrıcalıktır bu. Biz süreksizden, yani sonludan yola çıkıyoruz. Praksiste, ayrı ve istikrarlı nesneler, bilginin uygulanma noktasını (veya başlangıç noktasını) oluştururlar. Üretmek, özünde, gayet tanımlı aygıtlar ve oluşum içinde sağlamlaşmış nesneler yaratmaktır. Üretmek aynı zamanda yaşamı yeniden üreten ilişkiler bütününü üretmektir. Diyalektik karşılıklılık, düşüncenin, süreksizden yola çıkarak sürekliyi ve sürekliden yola çıkarak süreksizi analiz etmesini ister. Kavramlar ve kategoriler gerçeklikle örtüşmez. Gerçekliği aydınlatırlar ve onu aydınlatırken yaklaşık olarak “yansıtırlar.” Bunun sonucunda, bir içeriğe (fenomenler ya da olgular kümesine), bir olumsallık, öznellik ve nispilik öğesi içeren süreklilik ve süreksizlik gibi kategorileri uygularlar. Bir anlamda ve belli bir noktaya kadar, aydınlatma, perspektiflendirmedir. Bununla birlikte, birine göre perspektiflendirme bir diğerine göre perspektiflendirmeye gönderme yapar; ve iki perspektifin karşı karşıya gelmesi yeni sorunlara yol açar; bunların her birinde içerilen hakikat tohumunu ortaya çıkartır ve büyütür. Her kategoriye göre inşa edilmiş nesnenin nesnelligi burada keşfedilir; yeni hudutlar edinir. Nesnellik burada derinleşir.

Bir süreç kendi başına bir karara asla yol açmaz, olaylar yaratmaz. Kararlar süreçten doğan ya da -deyim yerindeyse- “temeli” üzerinde doğan dinamiklere (örneğin toplumsal dinamiklere) aittir; fakat “temele” (örneğin iktisadi sürecin oluşturduğu temele) indirgenemezler. Olaylara gelince, onları yaratan insanlardır; toplumsal dinamiklerin taktik ve stratejilerini formüle eden ve eyleme geçiren insanlar. Örgütler izole olduklarında yozlaşırlar; fiilen var olmaktan çıkarlar. Varlık sürdürebilmek, eylemi ve mücadeleyi, dolayısıyla ilişkiyi içerir. Ancak örgütlerin ve bireylerin çöküşü içinde ortadan kalkar. Yozlaşan örgütler çözülerek dağınık unsurlar, örgütçük ve bireyler halini alır. Devrim ve devrimci yaşam bayağılaşır. Stratejinin egemen olduğu momentler ise, önemli tarihsel momentlerdir, kaynaşma anlarıdır. Strateji, örgütlerin ve devrimci yaşamın anlamını verir. “Anlam”, yön, yönelim, ifade ve hedef; felsefi olarak ortaya çıkarabileceği dingin bir spekülatif kendilik hiç değildir. Anlam, dramdır. Anlamı oluşturan stratejidir -devrimin stratejisi. Strateji onu yaratır. “Gerçeklik” olan devrimci yaşamın düzeyi, edimin olmadığı, gerçekliğin durağanlaştığı ve yoğunlaştığı, bayağılığın egemen olduğu düzey ile kararın, dramın, tarihin, stratejinin ve altüst oluşun düzeyi arasındaki aracı olan taktiğin düzeyi olacaktır. Eleştirisiyle tartışma konusu edilebilir ve edilen, başkalaşım geçiren gerçeklik olan yaşam; taktikler, güçler ve güç ilişkileri, söylev ve pratikler düzeyinde saptanır. Olaylar, stratejiler ve tarihsel momentler düzeyinde ise dönüşüme uğrar. Dolayısıyla, yaşamda ve onun incelenmesine statik olarak bir düzey atfediyor değiliz. Yaşam ya aşağıya ve bayağılığa doğru ya da (özellikle belirtilmiş anlamıyla) yukarıya ve olaysallığa doğru taşar.

Eleştiri, teoriden değil praksisten kaynaklanır. Örgütlerin strateji ve taktiğine vurgu yapmak, örgütleri fetişleştirmek demek değildir. Onları yüksek bir bilimin nesnelerine dönüştürerek fetişleştirebilecek olan şey, yalnızca anların biçimselleştirilmesidir. Geleneksel (klasik) kültürün oluşturduğu geleneksel yazgı fikri, birçok çelişik unsur barındırır ve bunları birbirine karıştırır; taktik pratikler ve strateji, tüm bunların üzerinde geliştiği teori, bu çelişik unsurları az çok aydınlatır. Bu fikirde, eşitsiz bir pratiğin temsili vardır; (kaçınılmaz olarak) hata işleyen pratik yitirmeye sürüklenirken, karşı pratik ister istemez iyi sonuç alıcı olabilir. Nihayetinde, edim fikri vardır; bireylerin beklediğinden, umduğundan ve istediğinde başka türlü sonuçlanır. Trajedi, tüm kapsamı ve ciddiyeti içindeki yaşamdır. Bu anlamda, devrimci yaşam, trajedi ile yazgının hem kalıntısı hem de üıünüdür. Vaktinin gelmesini bekleyen ve ilgilendirdiği insanların, farkında olmadan, daha doğrusu, bilmeyerek bekledikleri yazgıdır. Kendi akışını izleyen, ama “onlar” ın bilmediği -çünkü “onlar” orada nesne ile öznenin karışımıdırlar- taktik ve stratejidir: Asla tamamen aydınlatılmayan, muğlaklık içinde, hem eylemin nesnesi hem de öznedir. Dolayısıyla trajik olmayandır, trajedinin kaynağı ve yoksun bırakılmış kalıntısıdır; zorunluluğun, tesadüfün, özgürlüğün, tehlikelerin, güvencelerin, riskin ve güvenliğin biçimsiz karışımıyla dolu, yazgının boş yeridir.

Bu açıdan bakıldığında, yaşam, bir yandan insan hayatının ampirik örgütleme tarzıdır; diğer yandan, bu örgütlenmeyi maskeleyen temsiller yığınıdır; olumsallığı ve riskleridir. Yaşamı “gerçeklik” olarak, dayanıksızlık ve sağlamlık, kırılganlık ve bağdaşıklık, ciddiyet ve zevzeklik, derin dram ve boşluk üzerine komedi maskesi olarak gösteren izlenim buradan kaynaklanır.  Kendi yazgısını mevcut haliyle tanıyamasa bile, her kendilik, kullandığı semboller içinde, kelimeler ve özdeyişler, imgeler ve mitler içinde belli olan ya da ortaya çıkan (veyahut hem belli olup hem ortaya çıkan) bir şey hisseder. Şimdiki zaman ya da güncelliktir bu. Güncellikler, koşullarla, problemlerin verileriyle tam olarak örtüşmez, olasılıklarla daha da az örtüşür. Olasılıklar onun parçasıdır; az ya da çok vardırlar. Teori, yaşama ve genel olarak pratiğin toplumsal pratiğe hareketin nüfuz edişini ve önemini ortaya koyar.

Doğa Bakış

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız