Kaderimiz de direnişimiz de Efrin! – Hevi Devrim

1865
ANF Images

Doğa uyandı, her yer rengarenk baharın rengine boyandı. Bahar, Kürdistan coğrafyasında, gökkuşağını tüm renklerine ebelik eden, o muhteşem tayfı oluşturan sarı, kırmızı, yeşildir. Bahar, Newrozdur! Demirci Kawa’nın direngenliği ve savaş azmidir. Zafere kilitlenmişliğidir. Bahar, Kürdistan coğrafyasında, şimdi bir de Efrin’dir.

Kürt Özgürlük Hareketi, Suriye krizine Kürt halkı ve bölge halkları lehine bir müdahalede bulundu, yeni bir yaşamın adımlarını oluşturan Rojava devrimini gerçekleştirdi. Bu, egemenlerin Kürt halkı ve bölge halkları için reva gördükleri kaderin sınır çizgisini aşan bir girişimdi. Emperyalist kapitalist dünyanın, kendi aralarındaki çelişki, çatışma ve rekabete rağmen, sömürgeci faşist TC’nin başlattığı Efrin işgal savaşını (pasif-aktif) desteklemesinin en önemli nedeni, Kürtler’in sınır çizgisini aşmış olmasıdır. Kendisi için yazılmış kaderi reddedip kendi geleceğini belirleme hakkını eline almış olmasıdır. Efrin direnişi, bu anlamda bir eşiği temsil etmektedir. Geleceğe dair düş kurabilme gücüdür Efrin direnişi.

Devrimcilik, coğrafya kaderdir, sözünü direniş odaklı yeniden kurmaktır!

Coğrafya kaderdir, çokça duyduğumuz bir sözdür. Evet, coğrafya kaderdir. Emperyalistler, bölgesel güç merkezi olan devletler, oluşturdukları gelecek senaryoları ve hesapları doğrultusunda halkların din, mezhep, ırk temelli çelişki ve çatışmalarla birbirine düşman edildiği ve kırdırıldığı bir kaderi bu coğrafya insanlarına layık görmektedir.

Eski dünya, bu coğrafyada filizlenen yeni dünyayı tank paletlerinin altında ezmek, obüslerle, roketlerle, kazanlara yıkıp yok etmek istiyor. Faşist devlet, insana dair ne varsa hedefe koyuyor. Kendisine, toplumsal ilişkilere yabancı, korku toplumunu içine sindirmiş bir birey durumunu örgütlemeye çalışıyor. Faşizm korku toplumunu inşa eder ve herkesi sindirebilirse Türkiye halklarının da yaşayacağı kaderdir bu. Eğer biz devrimciler rolümüzü oynayamaz ve var olan çelişki ve çatışmaları, bu kriz anını, lehimize çeviremezsek bize yazılmış olan bu kaderi yaşayacağız. Oysa devrimcilik, coğrafya kaderdir sözünü direniş odaklı yeniden kurmaktır!

Bugün emperyalist kapitalistler arası, sınıflar arası ve burjuva sınıf kesimleri arası çelişki ve çatışmaların en yoğun yaşandığı bir bölge durumunun, büyük bir altüst oluş sürecinin, içindeyiz. Coğrafya kaderdir sözünü, bu düzlemi merkeze alarak okuduğumuzda söyleyebileceğimiz tek şey şudur: Kürt halkının direnmek ve kendi kaderini eline almaktan başka çaresi yoktur. Bu adeta onun kaderi haline gelmiştir! Türkiye halklarının, Kürt halkıyla birlikte mücadele etmekten, faşist diktatörlüğü yıkabilmek için Türkiye devrimi ile Kürdistan devrimini birbirinin içine akıtmaktan başka çaresi yoktur. Ya burjuvazi sömürü düzenini, emekçi sınıfları ve ezilen halkları eze eze faşist diktatörlüğü kurumsallaşarak daha ileriden tahkim edecek ya da biz Efrin direnişinin etrafında kümelenecek ve bu direnişi -cepheyi Türkiye’nin içerisine taşıyarak- faşist devleti yıkmanın işaret fişeği haline getireceğiz.

Kriz dinamiğini doğru okuyabilmek

Kriz anlarının -kaos aralığının- diyalektiğini çok iyi kavramalıyız. Kaos problemlerinde başlangıç koşullarına hassas bağlılık ilkesi vardır. Bu şu anlama gelir; kaos aralığının söz konusu olduğu süreçlerde, süreci belirleyen temel çizgilere ufacık bir müdahale bambaşka bir sonucu doğurur. Kesintili ve sıçramalı gelişimin diyalektiği tam da böylesi süreçlerde işler. Kaos aralığının yaşandığı kesitlerde devrimci öznenin müdahalesi büyük altüst oluşları örgütleyebilir. Özne, olağan dönemlerde daha çok kendisini, kitleleri büyük altüst oluş süreçlerine -kaos aralığına- hazırlayacak şekilde konumlanır. Marx, “ihtiyar köstebek” metaforunu tam da bu nedenle kullanmıştır. Devrim kitlelerin eseri olacaktır. Ancak bu süreç durumu bir kitle faaliyetinin sonucu gelişebilecek bir zirve noktası değil, kriz süreçlerinin koşulladığı kesintili ve sıçramalı kesitlerin bir ürünü olarak açığa çıkacaktır. Başkaldırı anlarının, uğraklarının içerisinden geçerek kendisini oluşturan bir parti ancak sınıfı ve devrimi örgütleyebilir. Rojava devrimine bir de kaos aralığının diyalektiği içerisinden bakalım. Bu, devrimin bize, hem ne kadar yakın hem de ne kadar uzak (örgütsel hazırlık, donanım yönüyle zayıflığımız ve iktidar bilincinden uzaklığımız nedeniyle) olduğunu gösterecektir.

Devrimler, devrimci kriz anlarına, kaos aralığına devrimci öznenin giriş yapmasıyla olurlar.

Biz, bu çakışmayı gerçekleştirebilecek bir özne olarak kendimizi hazırlayabilecek miyiz? Tüm mesele budur. Komünist bir partinin misyonu: 1- Kriz anlarını oluşturmayı hedefleyecek şekilde konumlanmaktır. Bu, kuşkusuz tek başına komünist partinin etki ve müdahalesine bağlı değildir, hatta çoğu zaman ondan bağımsız bir şekilde böylesi süreçler oluşur. Ancak partinin konumlanma noktası bu temelde olmak durumundadır. 2- Kriz anını oluşturma sürecini aynı zamanda kolektif olarak aktif güç biriktirme politik perspektifi ile birlikte yapmak durumundadır. Buna kriz sürecini örgütlemek ve kriz anındaki çakışmayı, rastlaşmayı yapacak olan kolektif özneyi örgütleme meselesi de diyebiliriz. 3- Kriz anında misyonunu oynamak, fail olabilmektir. Bu da kolektif öznenin kriz anında bulunması, o çakışmayı eylemi ile örgütlemesidir. İşte bu çakışma anını örgütleme meselesidir devrimcilik.

Türkiye Devrimci Hareketi, dostumuz ihtiyar köstebeğin misyonunu kavrayamadığı gibi tarihsel sıçrama anlarını çözümleyip, buna uygun da konumlanamamıştır. Bu anlamda, TDH’nin tarihi siyasal kayıtsızlığın tarihidir. Nesnel durumu doğru kavrayıp buna uygun politika oluşturmak ve rolünü oynamaktır siyasal devrimcilik. Ancak TDH’de, politika, dönemle koşullu değil adeta dönemler üstüdür. Bu nedenle hem ihtiyar köstebeğin işbaşında olduğu dönemlerde hem de büyük altüst oluşlara gebe tarihsel dönemeçlerde rolünü oynayamamıştır. Açık konuşalım; bugün Efrin direnişi eğer bizi sarsmıyor ve hala rutin faaliyetimizi (faaliyetsizliğimizi mi desek!) devam ettiriyorsak biz devrimcilikten düşmüş, tarih yapıcı olma misyonumuzu reddetmiş, kendimizi silmişiz demektir.

Bugün, sınıflar, sınıf kesimleri ve uluslar arası egemenlik ilişkilerinin altüst olduğu bir kriz devresinin içerisindeyiz. Bu, sömürgeci faşist devletin Efrin işgal savaşına yol verdiği gibi mevcut statükonun bizim lehimize -elbette biz rolümüzü oynayabilirsek- çatırdayıp yıkılmasına da zemin oluşturmaktadır. Yeter ki biz dönemin tehlike ve fırsatlarını bilerek konumlanabilelim. Efrin direnişine kendi geleceğimize sarılır gibi sarılalım ve faşist diktatörlüğe karşı savaşı yükseltebilelim.

Baharı örgütlemek

Bölgesel bir savaş halinin içerisindeyiz. Bu, kapitalist birikim rejiminde yaşanan tıkanma ve krizin bir sonucudur. Ve ufukta ne küresel ne bölgesel ne de ülke düzeyinde bu krizin aşılabileceğine dair bir emare bulunuyor. Kapitalizmin yasaları olağan zamanlarda işçi sınıfı ve emekçi kitlelere, ezilenlere değişmez doğa yasaları gibi görünür. Ancak kriz koşullarında işçi sınıfı ve emekçiler, ezilenler olağan zamanlarda kendilerine şaşmaz doğa yasaları olarak görünen her şeyi sorgulamaya başlar. İşte bu an’a dokunabilmeli ve kısa devre oluşturabilmeliyiz.

Önümüz Newroz. Serhildanı, direnişi kader belleyen Kürt halkının diriliş günü. Önümüz 1 Mayıs. İşçilerin yığın olmaktan çıkıp mücadeleler içerisinde yoğrularak sınıflaştığında gücünü gördüğü gün. Newrozu ve 1 mayısı ile bilincimize ve yüreğimize de bahar gelsin. Efrin direnişinin ateşini bulunduğumuz her yere, tüm mücadele araç ve biçimleriyle yayalım. Baharın ağaca can vermesi gibi yüreğimiz de bilincimiz de ölü toprağını atsın. Çünkü devrimcilik yürekte ve bilinçte!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız